USD34,52
EURO36,14
JPY0,224200
RUB0,340700
GBP43,51
EURO/USD1,05
BIST9.367,77
GR. ALTIN2.974,91
BTC98.438,83
featured

Anayasamıza her koşulda sahip çıkacağız

Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, TBMM grup toplantısında, “Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Anayasa değişikliğini konuşmadan önce mevcut Anayasa’ya uymanız gerekiyor. Türk milletinin iradesi bu gidişatı hak etmiyor. Biz bu ülkeye bu aziz millete ve onun temel değeri olan anayasamıza her koşulda sonuna kadar sahip çıkacağız. Hukuku bir hesaplaşma aygıtına dönüştürmeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz. Sarayda gezen Carl Schmitt hayaletlerinin karşısında her daim dimdik duracağız” dedi. Akşener, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde Atatürk’ü anmamasına da “Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen varlığını ona borçlu bu önemli kurumumuz 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde atamıza bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun” sözleriyle tepki gösterdi.

Anayasamıza her koşulda sahip çıkacağız

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Konuşmasının büyük bir bölümünü yerel seçimlere ayıran Akşener’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

“KKTC BİZİM İÇİN SADECE KARDEŞ ÜLKEMİZ DEĞİL AYNI ZAMANDA TÜRK DÜNYASI’NIN GÜNEY UCUNDAKİ YILDIZIDIR”

Bugün bölgemizde yaşanan gelişmeleri dikkate aldığımızda; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin, varlığının ve bağımsızlığının; nasıl da stratejik bir öneme sahip olduğunu, bir kere daha görüyoruz. Doğu Akdeniz’de, Kafkasya’da, Orta Doğu’da ve hatta, Kuzey Afrika’da olup bitenleri çok iyi okumak, çok iyi anlamak durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bizim için sadece kardeş ülkemiz değil aynı zamanda Türk dünyasının güney ucundaki yıldızıdır. Lefkoşa da büyük Türk coğrafyasının güneydeki başkentidir. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsız ve erkin bir devlet olarak yaşaması için en başta Türk dünyasının süreci samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor. Bu kapsamda Kuzey Kıbrıs’ın Türk Devletler Teşkilatı’na gözlemci üye olmasını elbette memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak son teşkilat zirvesine davet edilmeyişi dikkatle takip ediyor sürecin bir an önce tamamlanması bekliyoruz.

“VARLIĞINI ONA BORÇLU BU ÖNEMLİ KURUMUMUZ 10 KASIM’DAKİ CUMA HUTBESİNDE ATAMIZA BİR FATİHA’YI BİLE ÇOK GÖRDÜ”

Geçtiğimiz hafta Atamızın ebediyete intikalinin 85’inci yılıydı. 85 milyon Türk milleti olarak onun gösterdiği ufka varma vazifemizi bir kez daha hatırladık. Onun büyük vizyonunu bir kez daha anladık. Ve aziz hatırasını, bir kez daha andık. Ancak maalesef biz milletçe aynı duygularda buluşurken bu duyguları paylaşmayanlar da vardı. Ayrık otları, istikbal zararlıları, ahlak yoksunları da vardı. Atamızın vizyonuna, Cumhuriyetimizin değerlerine düşmanlıktan beslenen, kirli zihniyetler de vardı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmaktan gocunanlar, ona bir hayır duayı bile çok gören şuursuzlar da vardı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen varlığını ona borçlu bu önemli kurumumuz 10 Kasım’daki Cuma hutbesinde atamıza bir Fatiha’yı bile çok gördü. Yazıklar olsun. Halbuki İslam kültüründe vefa vardır. Bir insanın sahip olabileceği en büyük erdemlerden biri, vefadır. Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı ve buna göre davranmayı gerektirir.

Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara Cumhuriyetimizin kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara, Türk milletinin, Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından rahatsız olanlara hatırlatmak istediğim bir şey var: Eğer ki bugün memleketimizde ezanlar okunuyorsa; eğer ki bugün gökyüzünde şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa; eğer ki bugün toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Ve ne yaparsanız yapın bu borcu unutturamayacaksınız. Atatürk’ümüz ile Cumhuriyetimizle olan derin sevgi, saygı ve vefa bağımıza asla zarar veremeyeceksiniz.

“AK PARTİ İKTİDARININ NEDEN OLDUĞU KRİZLER SİLSİLESİNDEN SON OLARAK ANAYASA VE HUKUK DÜZENİNİN DE PAYINI ALDIĞINI GÖRÜYORUZ”

AK Parti iktidarının neden olduğu krizler silsilesinden son olarak anayasa ve hukuk düzeninin de payını aldığını görüyoruz. Zaten uzun bir zamandır hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk. Biliyorsunuz önce; ‘Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor’ dendi, sistem değiştirildi. Kuvvetler ayrılığı yerle bir edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vasıfları teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz harap edildi. Bugün geldiğimiz noktada ise iktidarın gözü yine hukuka dikildi. Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan uzunca bir zamandır hukuktan şikayetçi. Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında parka inşaat yapılmasını reddeden Koruma Kurulu’na Başbakan sıfatıyla; ‘reddi reddederiz’ diyerek karşı çıkan kendisiydi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla; ‘Anayasa Mahkemesi’nin, kararına uymuyor, saygı da duymuyorum’ diyen de kendisiydi. Twitter’a getirilen erişim engelinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen Anayasa Mahkemesi kararına, ‘gayri milli karar’ diyerek karşı çıkanlar da yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı.

Her fırsatta hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren bu zihniyetin biriktirdiği garabetler dizisinin sonucunu da nitekim geçtiğimiz hafta yaşadık. Can Atalay davasıyla ilgili hukuk skandalları 8 Kasım itibarıyla artık bir anayasa krizine bir devlet krizine dönüştü. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi tıpkı Sayın Erdoğan gibi ‘Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum’ dedi. Üstüne de el yükseltip hak ihlali kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Hatta o da yetmedi hızını alamayıp millet iradesinin tecelligahı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne de sopa gösterdi. Bu hukuksuzluk karşısında iktidar tarafından yapılan ilk yorum ise kararın, ‘milliliği’ üzerine oldu.

“BİR DEVLET MESELESİNDEN SİYASİ RANT DEVŞİRMEYE ÇALIŞMAK EN HAFİF TABİRİYLE AYIPTIR”

Dönemin ünlü Alman anayasa hukukçusu Carl Schimitt’e göre güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler sadece teferruattan ibarettir. Yasama, yürütme ve yargı erkleri Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla Hitler’in karar ve emirlerine bağlıdır. Bu yetki ise geçerliliğini hukuktan değil fiili durumun kendisinden alır. Yani Carl Schmitt’e göre hukuk fiili durum gerçekleştikten sonra onu yasal hale getirmek için gerekli olan bir aparattan ibarettir. Nitekim Nazi hukukunun de-facto işleyişinde kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil sonradan yasa aracılığıyla meşru ve dokunulmaz kılınmıştır. Bu anlayışa göre hakimiyet milletin değil, hakimiyet Hitler’indir. Hukuk üstün değildir, Führer üstündür. Yargıç, bağımsız olamaz sadece liderin emirlerinin uygulayıcısı olur. Dolayısıyla yargı herkes için adaleti tecelli ettiren değil iktidarın gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini yasallaştırma organıdır.

Bu tablo, size de tanıdık geldi mi? Belli ki bazı saray sakinleri ilhamını, Carl Schmitt’ten almış. Nitekim tam da bu yüzden Carl Schmitt’in, günümüzdeki öğrencileri bir anayasal devlet krizine sebep olan hukuk dışı bir fiili duruma çözüm üretmek yerine, hemen Anayasa değişikliği arayışına girdiler. Yani fiili durumu yasallaştırmanın peşine düştüler. Böyle bir zihniyetin Türk devletine devleti yönetenlere yön vermesini kabul edemeyiz. Böyle bir zihniyet Türk Devlet yönetim geleneğine aykırıdır. Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden siyasi rant devşirmeye çalışmak en hafif tabiriyle ayıptır.

“ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNİ KONUŞMADAN ÖNCE MEVCUT ANAYASA’YA UYMANIZ GEREKİYOR”

Buradan iktidara seslenmek istiyorum; Anayasa değişikliğini konuşmadan önce mevcut Anayasa’ya uymanız gerekiyor. Siz daha var olan Anayasa’nın, hükümlerini yok sayarken neyi nasıl değiştireceksiniz? Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir şahsa ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Kimlerin hangi haklara hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği, kimlerin neyi yapıp neyi yapamayacağı peşinen kurallarla belirlenmiştir. Bu kurallar işlerse hukuk devleti vardır. Onun için de hukuk devletinde keyfine göre kuralların dışına çıkacak bir fert zümre veya organ yoktur olamaz. Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk milletinindir. Milletimiz bu egemenlik hakkını yetkili organlar eliyle kullanır. Hiçbir organ veya hiçbir kişi de kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu çok açık ve nettir.

Anayasamızın getirdiği devlet nizamı birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır. Bu mekanizmaların herhangi biri işlemezse nizam aksar. İşte bu yüzden Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin oluşturduğu hukuk dışı fiili durum devlet nizamını aksatmış ve bir anayasal devlet krizine neden olmuştur. Halbuki Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Herkes uymak zorundadır. Nitekim; Anayasa’nın 158’inci maddesinin, son fıkrası, aynen şöyledir: ‘Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.’ Dolayısıyla, siz hâlâ, neyi tartışıyorsunuz? ‘Yargısal aktivizm’ diyerek, neyi meşru kılmaya çalışıyorsunuz?

“YARGITAY’DAN BİR DAİRENİN AYM ÜYELERİNİ HEDEF GÖSTERMESİNİ HİÇBİR KOŞULDA KABUL ETMEYİZ”

Mahkemelerin aldığı kararlar elbette siyasi düzlemde demokratik metotlarla eleştirilebilir. Hatta kararlara tepki de gösterilebilir. Nitekim Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin Anayasa’ya yönelik saldırısının hemen öncesinde; Aynı Anayasa Mahkemesi yine, dönemin Almanya’sından, esintiler barındıran, ‘Dezenformasyonla mücadele’ yasasıyla gündeme gelen; ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun ve bu suça, hapis öngören düzenlemenin iptalini reddetmişti. Biz de bu kararı eleştirdik. Bu eleştirinin haklı olduğunu da düşünüyoruz. Ama çıkıp da ‘Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır’ demeyiz. Yargıtay’dan bir dairenin Anayasa Mahkemesi’ni, bundan ötürü suçlamasını aldığı karara uymamasını ve AYM üyelerini hedef göstermesini hiçbir koşulda kabul etmeyiz. Hele ki Gazi Meclisimizin kurumsal yapısının aynı Yargıtay dairesi tarafından hedef alınmasına göz yummayız. Nereye hizmet ettiği belli olmayan odakların millet iradesini hedef almasına da asla izin vermeyiz.

İşte bu yüzden biz İYİ Parti olarak, ilk günden beri bu anayasal devlet krizinin çözülmesi için çalışıyoruz. Krize sebep olanlar hakkında suç duyurusunda bulunduk. Sayın Erdoğan’a da Cumhurbaşkanlığı unvanının, gerekliliklerini anlattık. Kendisine demokratik ve katılımcı bir süreç çerçevesinde hakemlik yapması gerektiğini hatırlattık. ‘Hatırlattık’ diyorum çünkü bu zaten, Anayasamızda var. Bilmeyenler açıp baksın Anayasamızın, 104’üncü maddesi diyor ki; ‘Cumhurbaşkanı, Devletin başıdır. Bu sıfatla, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini, temsil eder. Anayasanın uygulanmasını devlet organlarının, düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.’

“BİZ HER ŞEYE RAĞMEN HUKUK DEVLETİNİ AYAKTA TUTMANIN GEREKLİLİĞİNİ SAVUNUYORUZ”

Yani Sayın Erdoğan’a göre Anayasa’nın pek bir kıymeti harbiyesi olmasa da bizim için Anayasa, temel kılavuz olduğu için yapıcı siyaset anlayışımız doğrultusunda kendisine bu krizi bertaraf edecek gerekli adımları atması çağrısında bulunduk. Bunu yaparken de vatandaşlarımızın hukuka ve anayasal düzene dair zaten iyice zayıflamış olan inancının büsbütün ortadan kalkmasının önüne geçmek istedik. Peki bizi dinledi mi? Tartışmaların en başından, bu yana baktığımızda maalesef pek de dinlemiş gibi görünmüyor. Ancak biz her şeye rağmen hukuk devletini ayakta tutmanın gerekliliğini savunuyoruz. Tarihe karşı yükümlülüğümüz 100 yıllık Cumhuriyet birikimimiz ve gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz bunu gerektiriyor.

Sened-i İttifak’tan Kanun-ı Esasi’ye 23 Nisan’dan, 29 Ekime kadar her koşulda çelik gibi duran Türk milletinin iradesi bu gidişatı hak etmiyor. Biz bu ülkeye bu aziz millete ve onun temel değeri olan anayasamıza her koşulda sonuna kadar sahip çıkacağız. Hukuku bir hesaplaşma aygıtına dönüştürmeye çalışanlara geçit vermeyeceğiz. Sarayda gezen Carl Schmitt hayaletlerinin karşısında her daim dimdik duracağız. Ürettikleri, ne idüğü belirsiz propaganda kavramları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı bir kutuplaştırma aracına indirgemeye çalışanların adaleti saraya kapıkulu yapmasına asla izin vermeyeceğiz. Şunu da herkes çok iyi bilsin ki Anayasa Mahkemesi üyelerimiz sahipsiz değildir. Her ne olursa olsun Türk milletinin vicdanı, hakkın ve hukukun yanındadır. Tüm yollar kesilse bile Türk Milleti’nin sinesine giden bir yol her zaman vardır.

“SEÇİMLERDEN BUGÜNE KADAR GEÇEN 5 AYLIK ENFLASYON YÜZDE 30 OLDU”

Ak Parti iktidarı yıllardır kendi elleriyle mahvettikleri ekonomimizi birkaç isim değişikliğiyle toparlayabileceğini zannetti. Birkaç yurt dışı ziyareti yapıp para arayarak her şeyi düzeltebileceğini sandı. Hemen, her konuda olduğu gibi ekonomide de çözümü tüm sorunları halının altına süpürmekte aradı. Ancak maalesef faizleri yükseltip para politikasını biraz normalleştirmek piyasaları, bir süreliğine sakinleştirse de hızlı faiz artışları dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı ezmekten başka bir işe yaramadı. Yaz aylarında başlayan zam furyası hala devam ediyor. Seçimlerden bugüne kadar geçen 5 aylık enflasyon yüzde 30 oldu. Et, süt, peynir gibi temel gıda ürünleri bile artık bir lükse dönüştü. Soğuk kış ayları, yeni yeni başlarken vatandaşlarımız endişeyle, nasıl ısınacağını düşünüyor. Ülkemizin içine düşürüldüğü bu vahim tabloda Ak Parti iktidarının, her bir mensubunun farklı ölçüde sorumluluğu var.

Hudutlarımızı, kevgire çeviren de sorumlu adaleti yok eden de, eğitim sistemini kalitesizleştiren de sorumlu yolsuzluğa yol veren de, ülkemizi mafya cennetine çeviren de sorumlu, liyakatsizliği sıradanlaştıran da, sorumlu çok ama sorumluluk alan yok. Yüzü kızaran, utanan, sıkılan yok. Ülkemizin yedek akçesini harcadılar. Fabrikalarımızı, tesislerimizi sattılar, rezervlerimizi eksiye düşürdüler ama milletin karşısına çıkıp bir hesap bile vermediler. Abuk sabuk suni gündemlerle Türkiye’yi oyaladılar sandıktaki hesaptan sıyrılmayı başardılar. Ama artık kaçacak yerleri kalmadı. Şimdi de bu yüzden kapı kapı dolaşıp para arıyorlar. Ama bulamıyorlar.

“DAHA ANAYASAYI TANIMAYAN BİR CUMHURBAŞKANINA KİM NASIL GÜVENSİN?”

Ekonomi politikalarındaki sözüm ona normalleşmeye rağmen ülkemize hâlâ anlamlı bir para girişi olmadı. Peki neden olmadı biliyor musunuz? Çünkü Sayın Erdoğan ve arkadaşlarına, kimse güvenmiyor. Bu kadar açık ve net. Daha anayasayı tanımayan bir Cumhurbaşkanına kim nasıl güvensin? Adaletin, hukukun, özgürlüklerin ayaklar altına alındığı bir ortamda kim nasıl yatırım yapsın? Memleketi her gün krizden krize koşturan bir yönetime kim neden parasını versin? İşte bu basiretsizliğin beceriksizliğin ve ciddiyetsizliğin sonucunda olan yine milletimize oluyor. Olan Cumhuriyetimizin 100’üncü yılında sadaka verir gibi 5000 lira ikramiye verdikleri çalışanlar, çalışmayanlar diye Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı olanlar, olmayanlar diye ayrımcılık yaptıkları emeklimize oluyor. En güzel yılları heba edilen gençlerimize oluyor. Olan kendi için çocukları için korkuyla yaşayan kadınlarımıza oluyor. Olan ne AK Parti’ye ne de besleyip büyüttüğü rant şımarıklarına değil Türkiye’ye oluyor.

 

0
be_endim
Beğendim
0
dikkatimi_ekti
Dikkatimi Çekti
0
do_ru_bilgi
Doğru Bilgi
0
e_siz_bilgi
Eşsiz Bilgi
0
alk_l_yorum
Alkışlıyorum
0
sevdim
Sevdim
Anayasamıza her koşulda sahip çıkacağız

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

Hedera Güncel ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!